
Yeni Materyallerin Peşinde: Miselyum
Gökçe Algan
Pandeminin olumsuz etkilerinden yavaş yavaş silkinen moda endüstrisinin sürdürülebilirlikle imtihanı doludizgin devam ediyor. İklim değişikliğine karşı sorumluluğu ele almak yerine “yeşil aklamanın” güvenli sularında gezinmeyi seçen markaların bu konfor alanı gitgide daralıyor, zira moda endüstrisi Fashion Revolution’ın 2021 Şeffaflık Endeksi’ne göre dünyadaki toplam sera gazı salınımlarının yüzde 4’ünden sorumlu. Bu, Global Fashion Agenda ve McKinsey&Company’nin ortak raporunda da belirtildiği gibi 2,1 milyar ton karbondioksit salınımına eşdeğer. Rakamı somutlaştırmak gerekirse; bu miktar, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin toplam senelik sera gazı salınımına denk geliyor.
İklim değişikliği üzerine çalışan bilim insanlarının öngörülerine göre küresel ısınmayı 1,5°C’de tutabilmek için moda endüstrisi 2030’da sera gazı salınımını yarıya indirmek zorunda. Bu hedefe ulaşmak için bugün birçok şirket 2050 yılında karbon salınımını sıfırlamak gibi son derece iddialı hedefleri ajandalarına ekliyor. Sektörde CEO seviyesinde yapılan bir araştırma, şirketlerin özellikle pandeminin ardından sürdürülebilirlik hedeflerine öncelik verdiklerini gözler önüne seriyor.
Moda endüstrisinin sera gazı salınımlarının dağılımına baktığımızda ise ortaya çok daha çarpıcı bir tablo çıkıyor. Salınımların yaklaşık yüzde 70’i materyal üretimi, hazırlanması ve işlenmesinden kaynaklı. Bunlar arasında aslan payını ise yaklaşık yüzde 38 ile hammadde üretimi üstleniyor. Dolayısıyla, değişimi sırtlayabilmek için hızlı modanın aşırı üretim problemini çözmenin, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmenin yanı sıra daha sürdürülebilir hammaddelere yönelmek de moda endüstrisi için kaçınılmaz. Bugün önde gelen marka ve perakendecilerin yaklaşık üçte ikisi sürdürülebilir materyallere dair hedeflerini duyuruyor, ancak sadece yüzde 37’si bu alandaki senelik inisiyatiflerini raporluyor. Dahası, üçte birinden azı bu materyallerin ne olduğunu şeffaf bir biçimde açıklayabiliyor.
Öte yandan, değişimi mümkün kılmak için gereken yatırım miktarı sektörü meşhur tavuk-yumurta paradoksunun etrafında gezdiriyor: Business of Fashion’ın Rachel Deeley imzalı ve “Modanın yeni materyal yarışı” başlıklı raporunda belirtildiği gibi, kayda değer sayıda şirket alternatif materyallere yöneleceğinin güvencesini vermediği sürece ölçek ekonomilerine yönelmek mümkün değil. Fakat bahsi geçen materyaller fiyat avantajı sunamadığı sürece şirketlerin bu güvenceyi vermesi imkansız. Bu çıkmaz içinde, 2050’de insan kaynaklı karbon emisyonunu sıfırlayabilmek için -Apparel Impact Institute and Fashion for Good verilerine göre- yaklaşık 490 milyar dolarlık bir sermayenin, toplamda 1.04 trilyon doların sürdürülebilir ve yeni nesil materyallere yatırılması gerekiyor.
MİSELYUM: MUCİZE Mİ, PAZARLAMA BALONU MU?
Yeni materyallerin gündemimizi hiç olmadığı kadar yoğun bir biçimde işgal ettiği son günlerde, lüks moda endüstrisi miselyumu keşfetti ve mantarların sonsuz yenilenebilir yer altı kök sistemi diye özetleyebileceğimiz miselyum kendine sürdürülebilirlik tartışmalarının tam kalbinde yer buldu.
Önde gelen araştırma şirketlerinden Bernstein’in bulgularına göre 2020 yılında Avrupa’nın en büyük 5 lüks şirketinin gelirlerinin yaklaşık yüzde 50’si çanta, aksesuar ve diğer deri odaklı ürünlerden geldi. Hayvan yetiştirmenin çevreye olan zararları düşünüldüğünde, sektörün deri alternatiflerine yönelmesi eski bir hikayeyken, bitki bazlı derilerin konuşulması ise görece yeni diyebiliriz. Miselyum ise hem hızlı büyümesi, hem diğer vegan deri alternatiflerine göre dayanıklılığı ile yarışta bir adım öne çıkarak endüstri devlerinin dikkatlerini üzerinde topladı.
Geçtiğimiz yılın Mart ayında Hèrmes, ikonik Victoria çantasını miselyum ile yeniden tasarlamak üzere California merkezli biyoteknoloji girişimi MycoWorks ile işbirliği yaptığını duyurdu. Sürdürülebilirlik alanında attığı cesur adımlarla bilinen Stella McCartney ise Ekim ayında vegan mantar derisinden ilk çanta koleksiyonunu sundu.
The Guardian’a konuşan MycoWorks CEO’su Dr. Matt Scullin, mantardan elde edilen derinin sürdürülebilirlik oyununda kuralları değiştirme gücüne sahip olduğunu savunuyor ve ekliyor: “Bu materyal nesne ile değil, materyal ile başlayacak yepyeni bir tasarım sürecinin kapılarını açabilir.” Özellikle lüks endüstrisinde, gerçek deri alternatiflerinin bugüne kadar beklenen performansı verememesinin materyalin tüketicide uyandırdığı hisle de bağlantılı olduğunu düşünen Scullin, miselyumun dokunuşta verdiği hisle de bugüne kadarki vegan derilerden farklılaştığını belirtiyor.
MycoWorks dışında miselyum ile çalışan bir diğer büyük oyuncu ise yine California merkezli biyomateryal şirketi Bolt Threads. 2009’dan beri inovatif çalışmalar yürüten markanın CEO’su Dan Widmaier, doğanın bize 4 milyar yıllık, kusursuz işleyen bir dairesel materyal ekonomisi armağan ettiğini belirterek, yeni materyal arayışında öncelikle doğaya sığındıklarını söylüyor. İlk defa 2017’de Stella McCartney işbirliğiyle lüks dünyasına adım atan Bolt Threads, modaevi için örümceklerden elde edilen bir tür ipek proteini olan mikroipeği sağladı ve bu materyalle tasarlanan elbise daha sonra Museum of Modern Art’ta sergilendi. Miselyumdan elde edilen, patentli vegan deri alternatifi Mylo ile bugün Bolt Threads, Stella McCartney’nin yanı sıra Adidas, Lululemon ve Kering Group’un da aralarında bulunduğu bir konsorsiyumda yer alıyor.
Miselyumun öncelikle lüks marka işbirliklerinde kullanılması, lüks moda endüstrisinin sürdürülebilirlik anlamında hamle yapabilme gücünden kaynaklanıyor. Hem inovatif yaklaşımları finanse edebilme kapasitesi, hem de düşük adetli üretim, lüks markaların sürdürülebilirlik yarışında daha büyük ve daha uzun vadeli düşünebilmelerini sağlıyor.
Ancak oyunun kurallarını gerçekten değiştirebilmesi için miselyumun daha büyük ölçekli kullanılması, hızlı moda markalarının radarına girmesi gerek.
Tam da bu noktada bazı soru işaretleri doğuyor. Günümüzde farklı şirketler miselyumu büyütme ve işleme konusunda kendi yöntemlerini tercih ediyorlar, bu da ürünün organik içeriğini işlemek adına kullanılabilecek farklı kimyasallara işaret edebiliyor. Bolt Threads’in ürün geliştirmeden sorumlu başkan yardımcısı Jamie Bainbridge, bugün kullanılan teknolojiyle, içeriğine hiçbir sentetik eklemeden miselyumun uzun vadede dayanıklılığını garanti etmenin güç olduğunu savunuyor. MycoWorks ise kendi özel formülünde herhangi bir kimyasal madde olmadığını, patentli Reishi bazlı miselyumun yine kimyasal kullanmayan fabrikalarda deri olarak işlendiğini belirtiyor. Bununla birlikte, şirketlerin gizli tuttuğu formüller sürdürülebilirliğin temel prensiplerinden olan şeffaflık ilkesi ile pek de örtüşmüyor.
Adidas’ın Mylo’dan üretilen Stan Smith’leri, Lululemon’un mantar bazlı moda aksesuarları ve Ganni’nin kısa süre önce duyurduğu miselyum bazlı kapsül koleksiyonu bugün lüks endüstrisi dışında karşımıza çıkan yegane örneklerden. Biyomateryal şirketi Ecovative’in kurucusu Eben Bayer, miselyumun endüstrinin kurtarıcı materyali olabilmesi için MycoWorks ya da Bolt Threads ile çalışacak güce sahip olmayan yaratıcılar ve markalar için de doğal deri alternatiflerinin kapılarının açılabilmesi gerektiğini düşünüyor ve mevcut durumda miselyumun henüz sadece cool bir PR malzemesi olarak kaldığını belirtiyor.
MCQUEEN’İN İLHAM KAYNAĞI OLARAK MİSELYUM
20 yılı aşkın bir aranın ardından ilk defa New York’ta defile sunan Alexander McQueen’in Sonbahar/Kış 2022 koleksiyonu miselyuma ithaf edilmişti. Markanın kreatif direktörü Sarah Burton, defile notlarında miselyumu doğanın topluluk yaratma gücünü temsil eden bir metafor olarak kullandığını belirtiyor ve ekliyor: “Miselyum dünyanın en uzun gökdelenini bile bitkilere, çimene, toprağa, hayvanlara ve insanlara bağlayabilme özelliğine sahip.” Defile sonrası söyleşilerinden birinde mantarın iyileştirme, şifa verme gücünün hayranlık verici olduğunu söyleyen Burton, pandemi sonrası dünyada en çok ihtiyacımız olan şeyin kendimizi yeniden yaratmak, yenilenmek ve iyileşmek olduğunun altını çiziyor. Hızlı bir biçimde büyüyen, çevresini saran ve adeta bir ağ gibi etrafında ne varsa hepsi arasında bağlantı kurabilen miselyum, bu kudretiyle koleksiyon hikayesinin ilham kaynağı oluyor.
Mycelium adı verilen Sonbahar/Kış 2022 koleksiyonunun yaklaşık yüzde 85’inde geri dönüştürülmüş kumaşlar kullanılmış ancak bu sürdürülebilir vizyonun içinde miselyum derisi yer almıyor. Jessica Mesta’nın New York Times’da yayınlanan makalesine göre Sarah Burton, henüz koleksiyonlarında miselyumdan elde edilen vegan deri alternatiflerine sıcak bakmıyor. Miselyum derisini deneme aşamasında olduklarını vurgulayan tasarımcı, “Bir hikaye kurgulayacak kadar çok parçayı miselyum derisinden tasarlayabilene kadar bu materyali kullanmayı düşünmüyorum” sözleriyle bakış açısını özetliyor.
Miselyumun kitlesel kullanıma uygun biçimde dönüşüp dönüşemeyeceğini, daha erişilebilir fiyatlarla sunulup sunulmayacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak sürdürülebilir materyal yarışında kendine has özellikleri ile bir adım öne çıktığı ve sektöre umut aşıladığı da yadsınamaz bir gerçek.